26 Ağustos 2011 Cuma

Ulaşamıyoruz….



Antalya’da ulaşım sisteminde tam bir kaos yaşanıyor.  Antalya büyük şehir belediyesi birkaç aydır yaptığı ulaşımda yeni dönem reklamlarının ardından ulaşımda yeni dönemi  başlattı. Ama bu yeni dönem Antalya halkı için yeni bir kaos oldu. Daha yapılan yeni zamların şokunu atlatamayan Antalyalı yeni sistemle yeni bir şok daha  yaşadı. Sıkıntılıda olsa yıllardır işleyen bir ulaşım düzeni vardı. Numaraları belli dolmuşların otobüslerin nereye gittiğini nerden geldiğini bilen halk ona göre duraklarda bekliyordu.
  
Çok mu iyi işliyordu bu sistem elbette hayır  sıkıntıları vardı ama bunlar rahatlıkla düzeltile bilinirdi. Yeter ki ulaşımın temel bir insan hakkı olduğu düşünülerek bu düzeltmeler yapılmak istenseydi. Böyle olmadı elbette büyükşehir belediyesi tamamen tepeden inme bir kararla bir gün de yeni sistemi başlattı. Önce paralı binişler kaldırılarak Antalyalı halk kart almaya mecbur edildi. Duraklar değişti,toplu taşıma araçlarının levhaları değişti hangi aracın nere gittiği belli olmayan bir düzen geldi vatandaş adeta evine gidemez duruma geldi.
Bakmayın siz belediyenin biz şu kadar broşür dağıttık demesine, o broşürlerde yeni sisteme dair en ufak halkı aydınlatıcı bir şey yok. Birde halkın eline bir harita tutuşturuyorlar alay eder gibi bizde sizin nereye gideceğinizi bilmiyoruz alın siz bulun. Ne yapacak o haritayla vatandaş nere gideceğini bilmeyen dolmuş şoförlerine ko pilotluk mu  yapacaklar. Hangisi ana hat hangisi besleme hat anlaşılmıyor. Besleme hatlara ne zaman dolmuş geleceği belli değil vatandaş saatlerce duraklarda bekliyor.
  
Bir buçuk yıldır üzerinde çalışıyoruz dedikleri sistemi bir günde halka dayatmak yerine yada aylarca bilbortlara reklam vermek yerine birkaç ayı halkı bilgilendirmeye ayıramazlar mıydı?  Yada birkaç ay demene seferi düzenlenemez miydi?   Hepsi yapıla bilirdi ama hocanın işine gelmezdi. Çünkü tepki almamak için işi oldu bittiye getirmesi gerekiyordu. Halka kartta yaptığı gibi ulaşım zamlarında yaptığı gibi. Çünkü hocanın amacı kamu yararına bir belediyecilik yapmak değil yada nitelikli bir ulaşım sistemi oluşturmak değil. Onun amacı ulaşım sistemini ranta çevirmek. Yeni sitemin altında da bu yatıyor. İşlemez durumda ki antrayı kara geçirmek.  Tüm gaye bu,o yüzden ana hat antraya en yakın yer, o yüzden antray boyunca ki tüm dolmuş hatları kaldırıldı. Hoca sağcı belediyeler sağcı siyasetciler gibi davranıyor yapalım nasılsa sonra olur.

Tüm bunlarda Antalya’nın ulaşım problemini çözmeye yetmeyecek. Antalya her yıl göç alan bir şehir bu göçle şehir hızla kalabalıklaşıyor ve toplu taşımaya olan ihtiyaç her geçen gün artıyor. Aynı zamanda yollar yetersiz ve dar. Ulaşım sistemi büyük oranda özel dolmuş ve halk otobüslerine emanet.  Büyük şehir belediyesi bunları gözeten bir yerden ulaşım sistemine çözüm üretmek yerine günü kurtaracak hamleler yapıyor. Oysa Antalya’nın yukarda belirttiğim hususlar dikkate alınarak yeni bir ulaşım planına ihtiyaç var. Bu sistem dolmuş sahiplerinin yada belediyenin kasası düşünülerek değil halkın yararı düşünülerek yapılmalı. Toplu taşıma sistemi yaygınlaştırılmalı, ulaşım herkes için ücretsiz olmalı,yetersiz olan raylı sistem daha yaygın ve kullanılır hale getirilmeli. 

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir şeyler yapmak için illa bir 17 Ağustos daha mı yaşamalıyız?



17 ağustos depreminin üzerinden 12 yıl geçti. 12yıl önce merkez üstü İzmit’in Gölcük ilçesi olan 7,5 büyüklüğünde ki  deprem başta İstanbul,Sakarya,Düzce ve Bolu’da hissedildi.  Deprem sonucu resmi raporlara göre 17480 kişi yaşamını yitirdi,23781 kişi yaralandı,505 kişi sakat kaldı, on binlerce bina ve iş yeri hasar gördü. Gayri resmi verilere göre 50000 kişinin yaşamını yitirdiği yaralı sayısının yüz binleri aştığı binlerce kişinin göçük altından çıkarılamadığı iddia edildi.  Bu deprem, depremi yaşayan insanlar üzerinde derin yaralar açtı. Deprem sonrası hep bildik söylemler duyduk yaralar sarılacak,depremle ilgili yeniden planlama yapılacak vb.  Ama yaşanan her felaket sonrası olduğu gibi verilen sözler tutulmadı hatta bazı yolsuzluklar ayyuka çıktı. İnsanlar barınma sorunuyla yüzyüze kaldı bir çoğu için halen kalıcı konut yapılmadı. Geçici konutlarda yaşayanlar valilik emirleri ve polis zoruyla geçici konutlardan çıkarıldı. Depremden zarar gören metropol İstanbul için halen beklenen büyük bir deprem tehlikesi mevcut. Yinede yeterli önlem alan yok yerel yönetimler hükümet vurdum duymaz.   

Olası depremde adeta bir felaket yaşanacağı söyleniyor. Yapıların bir çoğunun güçlendirilmesi gerekiyor. Ülkenin sanayi tesislerinin büyük bölümünün İzmit,İstanbul hattı boyunca uzandığını düşününce bu tesislerden doğacak tehlikenin felaketi ikiye katlayacağı da başka bir ayrıntı. Buna rağmen buna karşı alınmış bir önlemde yok. Tabi deprem tehlikesi sadece İstanbul’la sınırlı değil ülkemizin birçok bölgesi yüksek deprem riski altında.

Bu riskli bölgelerden biride Antalya.  Son zamanlar da Antalya ve çevresinde sık sık ufak depremlerin yaşandığı hepimizin malumu. Peki Antalya olası bir deprem riskine hazırlıklı mı? Yada Antalya’nın risk durumu ne. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin 2005* yılında yaptığı bir araştırmaya göre Antalya’nın yüz ölçümünün yüzde yetmişi  birinci ve iknci dereceden deprem riski altında. Yine inşaat mühendisleri odası Antalya şubesinin 231 binada yaptığı çalışma sonucu konutların yüzde elli beşi kamu binalarının yüzde yetmiş beşinde betonlar yetersiz. Rakamlar olayın vahametini ortaya koyuyor. Olası bir depremde kamu binalarının yarısından fazlası çöke bilir. Deprem olmadan çökmeye başlayanları hepimiz biliyoruz. Eski devlet hastanesi,il özel idare binası halen birer ibret vesikası gibi kent merkezinde duruyor. Sivil binaların durumu da iç açıcı değil yani deprem olması durumunda sivil binaların yarısının yıkılma riski var. Hele yazın nüfusu iki katına çıkan Antalya yazın yaşanacak bir deprem de can kaybı daha fazla olacaktır. Yine deniz kıyısına yakın tüm bölgelerin yerleşime açılmış olması deprem de ki kayıp riskini artırabilir. Çünkü buraların zeminin çok sağlam olmadığını sağır sultan duydu. Ama buralara iskan izini verenler duymadı.

Peki bunca riske karşın Antalya depreme hazır mı? Hiç sanmıyorum,yapılarda ne bir güçlendirme çalışması yapılıyor nede başka bir şey. Bırakın güçlendirmeyi  yıkılma riski yüzünden boşaltılan devlet hastanesi ve il özel idare binası bile yıkılamadı. Daha da vahimi Elazığ depremi sonrası Antalya Kızılay şubesinden geliyor “lojistik depomuz yok”** anlayacağınız depremde en çok ihtiyaç duyulacak kurum Kızılay depreme hazır değil. Peki yerel yönetimler ne durumda onlarda da henüz bir çalışma yok. Onlara göre parka ve havuz yapınca hizmet etmiş oluyorlar. Büyük şehir zaten dolmuş ve otobüs patronlarının dertleriyle ilgileniyor.  

İlla bir şey yapılması için  bu ülkenin bu kentin bir 17 ağustos depremi mi yaşaması gerekiyor. Bunca riske rağmen neden deprem riskinin en yüksek olduğu bilgelere kimyasal atık tesisleri,nükleer santraller,Petro kimya tesisleri yapmakta ısrar ediliyor. Antalya’nın yerel yönetimi  ve diğer yetkililer deprem riski için bir şey yapacaklar.
17 ağustos depremi bu ülkenin yaşadığı en büyük felaketlerden biriydi. Bunu unutmadık ve unutturmayacağız,ama sadece 17 ağustos da hatırlamak yetmez bu hayati önemdeki konuyu her zaman canlı tutmalı adım atılana kadar ve gerekli önlemler alınana kadar takipçisi olmalıyız.
*http://www.ajansbir.com/haber-8423---Antalya_nin_deprem_risk_analizi_.html
**http://www.antalyatv.com/featured/antalyada-deprem-olsa-kizilay-12-saat-hizmet-veremez/

19 Ağustos 2011 Cuma

Fabrika Yetmez Holding de Kurun



Antalyagüncel.com* internet sitesinin haberine göre Akdeniz Üniversitesi kampüs içinde fabrika kuracakmış. Bir ay içinde temeli atılması beklenen fabrikada “nanofob” üretilmesi planlanıyormuş. Nanofob tüm ahşap,cam,kağıt ve karton yüzeylerde kullanılan bir kaplama. Anti bakteriyel , su ısıtıcı ve koku giderici özellikleri olan bir madde.

Birkaç gün önce insanlık için en faydalı bilimsel çalışmalardan olan organ nakli haberleriyle gündeme gelen Akdeniz Üniversitenin bu faaliyetine tam tezat ticari bir faaliyetle gündeme gelmesi ne acı. Ama bu Akdeniz Üniversitesinin ilk ticari faaliyeti sayılmaz. Akdeniz Üniversitesi uzun zamandır kendisini ticarileştirmekte ve sermayenin hizmetine açmakta. Olbia çarşısıyla başlayan bu süreç fitness salonlarıyla devam etmiş daha sonra yine kampüste açılan yakut adlı çarşıyla perçinlenmiştir. Ayrıca üniversitenin bir çok kısmında öğrenciler yarı zamanlı olarak çalıştırılıyor. Bu yüzden fabrika haberi şaşırtıcı olmadı. Muhtemelen kurulacak fabrikada çalışacak kişiler ucuz iş gücü olsun diye üniversite öğrencilerinden seçilecektir. Böylece öğrenciler daha eğitim aşamasında emek sömürüsüyle tanışacaktır. Muhtemelen buda eğitimleri için uygulama alanı olarak bize yutturulmaya çalışılacaktır.

Aslında bu olay Akdeniz Üniversitesine has bir olay değil. Uzun yılardır devam eden bir sürecin eseri. Üniversitelerimiz artık insanlık için bilim üreten kurumlar olmaktan çıkarılarak sermayeye eleman yetiştiren sermaye için AR-GE çalışmaları yapan kurumlar haline dönüştürülmek isteniyor. İşte fabrikalar, tekno kentler hepsi bu planın parçası. Ayrıca bir çok sermaye grubunun üniversite kurması da bilime olan aşklarından değil, kendi işletmeleri için eleman yetiştirmek onları insanlık ve toplum yararına başka bir faaliyetle uğraşmasını engellemektir.

YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın ülkemizde ki üniversiteler ABD’deki gibi paralı olsun söylemi öyle rastgele söylenmiş bir söz değildir. Uzun vadede istenilenin ne olduğunun açık beyanıdır. Bu, bugün başlayan bir süreç değildir elbette. 12 eylül darbesiyle birlikte üniversitelerin özerkliği kaldırılmış, YÖK’le birlikte üniversiteler zapturapt altına alınmıştır. Özal’lı yıllarla birlikte başlayan neo liberal taaruz bugün iyice artmıştır. Dün her türlü demokratik talebi bastırmakta kullan YÖK bugün üniversitelerin paralı hale dönüştürülmesinin bir aracı olarak görev yapmaktadır. Yakın zamanda yapılacağı iddia edilen yeni bir reformla üniversitelerin başına küçük küçük YÖK’ler gelecek. Oysa dünyanın hiçbir yerinde böyle anti demokratik bir kurum yoktur. İktidarın ilk yıllarında YÖK’te reform diyen AKP, YÖK’ü eline geçirince bırakın reformu onu da kendi piyasacı düzenine göre yeniden dizayn etti. Tüm bunlarla yapılmak istenen parası olanın okuya bileceği parası olmayanınsa üniversiteyi sadece hayal edebileceği bir düzenin kurulmak istenmesidir.
Aslında bu sadece üniversitelerle sınırlı değil elbette eğitimin her aşamasının paralı hale getirilmesi düşünülüyor. Öyle ki bu ülkenin milli eğitim bakanı emri altındaki okulları yerden yere vururken dershaneleri yüceltmekten utanmamıştır. Paran kadar oku, paran kadar sağlık hizmeti al, paran varsa yaşa, paran yoksa sürün. AKP iktidarının temel zihniyeti budur. Bu zihniyetin rektörü olan İsrafil Kurtcephe’de Akdeniz Üniversitesini bu mantıkla yönetmektedir. Oysa üniversite öğrencilerin başta barınma olmak üzere harç parası vb acil sorunları var.

Yeni eğitim dönemiyle birlikte binlerce öğrenci Akdeniz Üniversitesinde eğitime başlayacak. Hepimiz biliyoruz ki üniversitenin bu kadar öğrenciye yetecek kapasitede yurdu bulunmuyor. Fabrika yapmaya harcanacak para öğrencilerin bu acil sorununa harcanamaz mı? Ama ne gereği var, öğrencileri cemaatin kucağına itmek varken böyle basit sorunlarla zaman kaybedemezler. Onlar 
AKP’nin neo liberal anlayışına göre bir üniversite dizayn etmeye çalışıyorlar. Bu nedenle onlardan fabrikadan vazgeçmelerini beklemek saflık olur.

Bugün kamusal lafı adeta öcü gibi gösteriliyor. Oysa eğitimin her aşamasında kamu yararına herkes için ücretsiz olması demokratik ve bilimsel bir öz taşıması gerekiyor. Ayrıca herkesin kendi ana dilinde eğitim almalı bunun önündeki yasal engellerde kaldırılmalı.
*http://www.antalyaguncel.com/haber-34735-Akdeniz_Universitesi_Fabrika_Kuruyor_Nanofob_uretilmesi_planlaniliyor_

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Japonya’dan Ders Alan Olur mu?



Hiroşima’ya atom bombasının atılmasından buyana 66 yıl geçti.  ABD 2. Dünya savaşında pes etmek üzere olan Japonya’ya atom bombası atmıştı. Hiroşima ABD’yi kesmemiş üç gün sonra da Nagazaki’ye yeniden atom bombası attı. Bu saldırıdan sonra Japonya tamamen teslim oldu.  Bu saldırılar Japonya’nın yaşadığı son nükleer felaket olmadı. Geçtiğimiz aylarda Japonya Sendai kentinde meydana gelen 9.0 büyüklüğünde ki depremle yeniden sarsıldı. Depremin yıkımı büyük oldu ama asıl büyük şok Fukuşima nükleer santralinde  yaşanan nükleer sızıntıyla yaşandı. Japonya gibi teknolojinin en yüksek aşamada olduğu bir ülkede bile nükleer santraller doğa karşısında yenik düştü. Hem Japonya hem dünya nükleer tehlikeyle burun buruna kaldı. Bir çok ülke nükleer  santralleri tekrar tartışmaya başladı. Bir çok Avrupa ülkesinde nükleer karşıtı büyük gösteriler yapıldı.
  
Hiroşima’ya atom bombası atılmasından dolayı hayatını kaybedenler için yapılan anma etkinliğinde konuşan Japonya başbakanı  Japonya’nın nükleer enerjiye olan bağımlılığını sonlandırması gerektiğini söyledi. Japonya’nın bu noktaya gelmiş olması çok önemli. Yukarda da değindiğim gibi Japonya gelişkin bir teknolojiye sahip ve bu güvenle nükleer santrallerin yüksek güvenlikli olduğu düşünülüyordu ama doğa onları da yanılttı. Şimdi Japonya nükleer enerjiden vazgeçme noktasına geldi. Peki Japonya gibi sıklıkla depremlerin yaşandığı bir yer olan ülkemizde durum ne. Tüm dünya nükleer enerjiden vazgeçmenin yollarını ararken AKP hükümeti dolu dizgin nükleer santral yapmanın peşinde koşuyor.  Hem de büyük bir ısrar ve vurdumduymazlıkla. Yine hatırlarsınız nükleer santralleri eleştirenlere başbakanın verdiği yanıt tarihe geçmişti. “risksiz yatırım yok,öyleyse evinizi de tüp gaz almayın” diye bilmişti. Oysa nükleer santraller ülkemiz için ve insan sağlığı için büyük tehlikeler arz ediyor. Yapılması planlanan bir çok santralın fay hatları üzerinde olduğu biliniyor. Bunlardan biri de Antalya’yı da doğrudan etkileye bilecek olan Akkuyu nükleer santrali.  Akkuyu’da yapılması planlanan nükleer santralin ihalesini Rus bir firma kazandı. Bu firmanın ilk defa geliştireceği ve daha önce hiç denenmemiş bir reaktör kuracağı iddia ediliyor. Hatta başka bir iddiaya göre Rus firmanın benzer bir reaktörü İran için yaptığı ama yapılan testlerde sızıntı tespit edilince tesisin yapılmasının durdurulduğu iddia edilmişti. Yine Akkuyu’nun deprem riski yüksek bir bölge olduğu biliniyor. Yaşanacak bir deprem sonrası oluşacak sızıntının etkisin Antalya kadar olan bölgeyi yoğun bir şekilde etkileyecek.  Ayrıca nükleer santrallerin yapılması yüksek maliyetli bir iş. Yapılacak tesislerde muhtemelen yap işlet sistemiyle yapılacağından üretilene enerjide tesisi yapan şirketlere devredilecek. Bu kuruluşların yapım maliyetlerini çıkara bilmek için üretilecek elektriği yüksek maliyetlerle halkımıza satacaklar. Yine santrallerden çıkacak atıkların depolanması da başka bir tehlike.

 Tüm dünya nükleer santrallerden vazgeçmenin uğraşındayken AKP hükümetinin ısrarı neden .   Yoksa  kendi ülkelerinde piyasaları daralan nükleer lobilerine birileri garantimi verdi.  Kendi ülkelerini bu felaketten kurtarırken ülkemizi nükleer çöplüğe çevirmek isteyenler bu gücü elbette AKP’den alıyor.
  
AKP’nin çevre düşmanı projeleri sadece nükleer santrallerle sınırlı değil. Son projelerden biri Yalova’dan yapılması planlanan kimyasal atık tesisi.  Ülkemizin doğası adeta AKP eliyle katlediliyor. AKP HESlerle nükleer santrallerle, atık tesisleriyle doğayı katlediyor. Sadece doğayı katletmekle kalmıyor bu katliama seyirci kalmayan halka yönelik sistemli bir baskı ve sindirme politikası uygulanıyor. Hopa’da yaşananlar bunun gerçek kanıtı. AKP ustalık döneminde kendisine karşı gelişe bilecek en önemli muhalefet noktalarından birinin bu doğa katliamına karşı olacağını biliyor.  Katliamına seyirci kalmayacak olanları ve tepki vereceklere karşı şimdiden önlem alıyor. Tüm bu baskı ve sindirme politikalarına rağmen sularımızın satılmasına,nükleer  santrallere karşı yaşamı ve doğamızı savunmaya devam edeceğiz. Bu sayede metin hocamızın gözü arkada kalmamış olacak.