Devrimci Turizm
İşçileri Sendikası’nın, 5 Şubat Pazar günü Antalya’da düzenlediği panelin adı
buydu. Konuşmacılar, turizmde yaşanan sorunlara etraflıca değindiler. Yaklaşık
dört saat süren panelde, maalesef en az değinilense, turizm emekçilerinin
sorunları ve çözüm önerileri oldu. Hiç değinilmedi demiyorum ama yeterli
değildi. Yine de birçok konuda bilgilenme fırsatı bulduk. Konuşmacıların ortak
paydası, ülkemizde turizm olmadığı, onun yerine otelcilik anlayışının hakim olduğuydu.
Bu tespiti yapmalarına rağmen, turizm emekçilerinin sorunları tartışılırken,
onlarda sadece otel çalışanlarının sorunlarına değindi. Oysa turizm, yan
dallarıyla büyük bir sektör ve on binlerce insan geçimini buradan sağlıyor. Tur
rehberleri, tur otobüslerinin şoförleri, acente çalışanları hepsinin sorunları
saymakla bitmiyor. Tüm turizm çalışanlarının sorunları, ortak bir mücadele
perspektifiyle ele alınmalı. Elbette konaklama sektöründe çalışanlar sayıca
fazla ama sorunlar ortak, bu nedenle de mücadelede ortaklaştırılmalı. Ayrıca
turizm alanında sendikal hareketin geçmiş dönemde yaşadığı sıkıntılar ve
hatalar düşünüldüğünde, bugün turizm alanına dair yeni örgütlenme modelleri de
tartışılmalı.
Gerçek bir turizm
politikasının geliştirilmesi, turizmin bütün bir yıla yayılması, bu sayede de
turizm emekçilerinin yıl boyunca çalışmalarının sağlanabileceği, panelde sıkça
dile getirildi. Özellikle turizmin bütün bir yıla yayılması için önerilen,
panelinde başlığı olan ve panelistlerden Faruk PEKİN’in ısrarla savunduğu “kültür
turizmi” kavramıydı. Faruk PEKİN’e göre, ülkemizde turizm 90’lı yılların başına
kadar kültür turizmi şeklinde gelişmiş, sonrasında yaşanan Körfez Savaşı
etkisiyle yaşanan sıkıntılardan dolayı deniz, kum, güneş eksenine kaymış ve her
şey dahil sistemine geçilmişti. Bu sistemde, ülkemizin turizmden istenildiği
ölçüde gelir elde etmesine engel oluyordu. O yüzden Faruk PEKİN’de, yeniden
kültür turizmine dönülmesi gerektiğini sıkça dile getirdi.
Ülkemizin bu alanda
eksik kaldığı doğrudur. Yalnız burada gözden kaçan şey, bu turizm politikasının
değişmesinin kolay olmayacağıdır. Hele
mevcut iktidarın neo-liberal politikaları, kültüre ve tarihe bakışı ortadayken.
İktidarın kültür ve tarih anlayışı, Türk-İslam senteziyle sınırlı ve 1299’la başlayan
bir tarih anlayışı var. Hatta başbakan, Marmaray kazılarında çıkan tarihi
eserler için “üç beş çanak çömlek” diyerek tarihe ve kültüre nasıl baktığını
göstermiştir. O yüzdendir ki, Hasankeyf Ilısu barajının suları altında,
Allionio antik kenti Yortanlı baraj suları altında bırakıldı. Bir çok sit alanı
yine hidroelektrik santrallerinin tehdidi altında. Hidroelektrik santrali
yapabilmek için SİT kanununda değişiklik yapıldı. Tüm bunlar olurken, Kültür
Bakanlığı’nın kılı bile kıpırdamadı.
Oysa ülkemizin
bulunduğu coğrafya, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Hitit, Roma, Pers,
Bizans, Osmanlı ve sayamadığımız birçok medeniyet ve onların yarattığı
kültürler. Bugün Mısır, bu konuda Türkiye’den çok daha ilerdedir. Oysa
ülkemizin tarihi zenginliği, Mısır’dan misliyle fazladır. Fakat Mısır, kendi
tarihine ve sınırları içinde var olmuş bütün tarihi ve kültürel mirasa sahip
çıkmaktadır. Mısır’la tarihin ilk antlaşmasını yapan Hititler, bu topraklarda
yaşadılar. Tarihin ilk emperyalist savaşı sayabileceğimiz Troia savaşı, bu
topraklarda yaşandı. Rivayet edilir ki, M. Kemal Çanakkale Savaşı
kazanıldığında Troia’lı kahraman Hektor’a atıfla, “Hektor’un öcünü aldım” demiştir.
İşte o Troia savaşının filmi bile Malta’da çekildi. Ülkemizin tanıtımı için büyük
bir fırsat kaçırıldı, bizim yetkililerimizde filmde kullanılan atı satın alıp,
antik kente yerleştirdiler. Bu bile bu ülkeyi yönetenlerin, tarihe bakışını
gösteriyor. Tarih, okullar da okutulan tarih kitaplarında bile doğru dürüst
anlatılmıyor.
Kültür turizmi için, tarihe ve
onun mirasına sahip çıkmak yetmez, ülkenizde bugün bile varlığını sürdüren
halklara ve onların kültürel değerlerine de sahip çıkmanız gerekir. Oysa
ülkemizin bu konuda ki sicili hayli bozuk. Ne o halkların varlığına ne de
onların tarihsel kültürel değerlerine sahip çıkılıyor. Onları yok sayma ve yok
etme ısrarı sürüyor. Sadece halklara ve onların kültürlerine karşı mı bu bakış
açısı? Ülkemizde sanata ve sanatçıya verilen değer de kültüre bakışı gösterir.
Bugün bu ülke, heykele ucube deyip yıktıran ve sanata tüküren bir zihniyetle
yönetiliyor. Nobel almış bir yazar, görüşleri yüzünden yargılanabiliyor.
Tek tip bir tarih
ve kültür anlayışına sahip bir iktidar yapısının, ülkemizde kültür turizmini
geliştirmesini beklemek saflık olur. Ayrıca iktidarın ranta dayalı ekonomi
anlayışı da, kültür turizminin gelişmesinde en önemli engeldir. İktidar her
değeri paraya çevirmek istediğinden, onlar için kültür değil, kültürel değerin
para edip etmediği önemlidir. Yine mevsimlik işçi durumunda ki turizm
emekçilerinin, bu şekilde ve örgütsüz çalışması iktidarın işine gelmektedir.
Tüm yıla yayılacak bir turizm politikası, işverenlerin de işine gelmemektedir. Bu
anlayış değişmediği sürece, ülkemizde ki turizm politikası da değişmeyecektir.
Antalya gibi kültürel açıdan bile, tek başına Mısır’la yarışabilecek bir kent,
sadece deniz ve kumla anılmaktadır. Yapılan otellerin çoğu teşviklerle
yapılmaktadır. Ayrıca buralarda, kara para aklandığı iddiaları da ayyuka çıkmış
durumdadır.
Devrimci Turizm İşçileri
Sendikası, emekçileri örgütlemeye çalışırken, bu anlayışla da mücadele etmek
zorunda. Panelin sonunda söylendiği gibi, “sınıfın farkında olunmalı ve
mücadele edilip örgütlenilmeli”. Başka da yol yok.