6 Şubat 2012 Pazartesi

“Kültür Turizmi Ve Turizmde Emek”



Devrimci Turizm İşçileri Sendikası’nın, 5 Şubat Pazar günü Antalya’da düzenlediği panelin adı buydu. Konuşmacılar, turizmde yaşanan sorunlara etraflıca değindiler. Yaklaşık dört saat süren panelde, maalesef en az değinilense, turizm emekçilerinin sorunları ve çözüm önerileri oldu. Hiç değinilmedi demiyorum ama yeterli değildi. Yine de birçok konuda bilgilenme fırsatı bulduk. Konuşmacıların ortak paydası, ülkemizde turizm olmadığı, onun yerine otelcilik anlayışının hakim olduğuydu. Bu tespiti yapmalarına rağmen, turizm emekçilerinin sorunları tartışılırken, onlarda sadece otel çalışanlarının sorunlarına değindi. Oysa turizm, yan dallarıyla büyük bir sektör ve on binlerce insan geçimini buradan sağlıyor. Tur rehberleri, tur otobüslerinin şoförleri, acente çalışanları hepsinin sorunları saymakla bitmiyor. Tüm turizm çalışanlarının sorunları, ortak bir mücadele perspektifiyle ele alınmalı. Elbette konaklama sektöründe çalışanlar sayıca fazla ama sorunlar ortak, bu nedenle de mücadelede ortaklaştırılmalı. Ayrıca turizm alanında sendikal hareketin geçmiş dönemde yaşadığı sıkıntılar ve hatalar düşünüldüğünde, bugün turizm alanına dair yeni örgütlenme modelleri de tartışılmalı.

Gerçek bir turizm politikasının geliştirilmesi, turizmin bütün bir yıla yayılması, bu sayede de turizm emekçilerinin yıl boyunca çalışmalarının sağlanabileceği, panelde sıkça dile getirildi. Özellikle turizmin bütün bir yıla yayılması için önerilen, panelinde başlığı olan ve panelistlerden Faruk PEKİN’in ısrarla savunduğu “kültür turizmi” kavramıydı. Faruk PEKİN’e göre, ülkemizde turizm 90’lı yılların başına kadar kültür turizmi şeklinde gelişmiş, sonrasında yaşanan Körfez Savaşı etkisiyle yaşanan sıkıntılardan dolayı deniz, kum, güneş eksenine kaymış ve her şey dahil sistemine geçilmişti. Bu sistemde, ülkemizin turizmden istenildiği ölçüde gelir elde etmesine engel oluyordu. O yüzden Faruk PEKİN’de, yeniden kültür turizmine dönülmesi gerektiğini sıkça dile getirdi.

Ülkemizin bu alanda eksik kaldığı doğrudur. Yalnız burada gözden kaçan şey, bu turizm politikasının değişmesinin kolay olmayacağıdır.  Hele mevcut iktidarın neo-liberal politikaları, kültüre ve tarihe bakışı ortadayken. İktidarın kültür ve tarih anlayışı, Türk-İslam senteziyle sınırlı ve 1299’la başlayan bir tarih anlayışı var. Hatta başbakan, Marmaray kazılarında çıkan tarihi eserler için “üç beş çanak çömlek” diyerek tarihe ve kültüre nasıl baktığını göstermiştir. O yüzdendir ki, Hasankeyf Ilısu barajının suları altında, Allionio antik kenti Yortanlı baraj suları altında bırakıldı. Bir çok sit alanı yine hidroelektrik santrallerinin tehdidi altında. Hidroelektrik santrali yapabilmek için SİT kanununda değişiklik yapıldı. Tüm bunlar olurken, Kültür Bakanlığı’nın kılı bile kıpırdamadı.  

Oysa ülkemizin bulunduğu coğrafya, birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. Hitit, Roma, Pers, Bizans, Osmanlı ve sayamadığımız birçok medeniyet ve onların yarattığı kültürler. Bugün Mısır, bu konuda Türkiye’den çok daha ilerdedir. Oysa ülkemizin tarihi zenginliği, Mısır’dan misliyle fazladır. Fakat Mısır, kendi tarihine ve sınırları içinde var olmuş bütün tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkmaktadır. Mısır’la tarihin ilk antlaşmasını yapan Hititler, bu topraklarda yaşadılar. Tarihin ilk emperyalist savaşı sayabileceğimiz Troia savaşı, bu topraklarda yaşandı. Rivayet edilir ki, M. Kemal Çanakkale Savaşı kazanıldığında Troia’lı kahraman Hektor’a atıfla, “Hektor’un öcünü aldım” demiştir. İşte o Troia savaşının filmi bile Malta’da çekildi. Ülkemizin tanıtımı için büyük bir fırsat kaçırıldı, bizim yetkililerimizde filmde kullanılan atı satın alıp, antik kente yerleştirdiler. Bu bile bu ülkeyi yönetenlerin, tarihe bakışını gösteriyor. Tarih, okullar da okutulan tarih kitaplarında bile doğru dürüst anlatılmıyor.

                Kültür turizmi için, tarihe ve onun mirasına sahip çıkmak yetmez, ülkenizde bugün bile varlığını sürdüren halklara ve onların kültürel değerlerine de sahip çıkmanız gerekir. Oysa ülkemizin bu konuda ki sicili hayli bozuk. Ne o halkların varlığına ne de onların tarihsel kültürel değerlerine sahip çıkılıyor. Onları yok sayma ve yok etme ısrarı sürüyor. Sadece halklara ve onların kültürlerine karşı mı bu bakış açısı? Ülkemizde sanata ve sanatçıya verilen değer de kültüre bakışı gösterir. Bugün bu ülke, heykele ucube deyip yıktıran ve sanata tüküren bir zihniyetle yönetiliyor. Nobel almış bir yazar, görüşleri yüzünden yargılanabiliyor.   

Tek tip bir tarih ve kültür anlayışına sahip bir iktidar yapısının, ülkemizde kültür turizmini geliştirmesini beklemek saflık olur. Ayrıca iktidarın ranta dayalı ekonomi anlayışı da, kültür turizminin gelişmesinde en önemli engeldir. İktidar her değeri paraya çevirmek istediğinden, onlar için kültür değil, kültürel değerin para edip etmediği önemlidir. Yine mevsimlik işçi durumunda ki turizm emekçilerinin, bu şekilde ve örgütsüz çalışması iktidarın işine gelmektedir. Tüm yıla yayılacak bir turizm politikası, işverenlerin de işine gelmemektedir. Bu anlayış değişmediği sürece, ülkemizde ki turizm politikası da değişmeyecektir. Antalya gibi kültürel açıdan bile, tek başına Mısır’la yarışabilecek bir kent, sadece deniz ve kumla anılmaktadır. Yapılan otellerin çoğu teşviklerle yapılmaktadır. Ayrıca buralarda, kara para aklandığı iddiaları da ayyuka çıkmış durumdadır.

Devrimci Turizm İşçileri Sendikası, emekçileri örgütlemeye çalışırken, bu anlayışla da mücadele etmek zorunda. Panelin sonunda söylendiği gibi, “sınıfın farkında olunmalı ve mücadele edilip örgütlenilmeli”. Başka da yol yok.