28 Haziran 2014 Cumartesi

ANTALYA’DA EMEKÇİ DÜŞMANI BİR BAŞKAN: MENDERES TÜREL


30 Mart Yerel Seçimleri sonucunda Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan Menderes TÜREL, görevine “fırtına” gibi başladı. Bu hızlı başlangıç, kentin sorunlarının çözümüne yönelik bir atak değildi. Tamamen emekçilere dönük, onların ekmeğiyle oynamaya dönük bir atak. Daha koltuğuna oturur oturmaz, yüzlerce taşeron işçinin işine son verdi. Antalya’ya hizmet için değil, adeta intikam almak için yeniden başkan olmuş. Oda başbakanının talimatını dinleyip, kininin takipçiliğini yapıyor. Mustafa AKAYDIN döneminde ne kadar işe alınan taşeron işçi varsa, hepsinin işine son verdi. İşine son veremediklerini, sürgün etti.  Bundan sadece Akaydın döneminde işe alınanlar nasiplenmedi, kendi döneminde işe alınan ama Akaydın tarafından görev yeri değiştirilmeyenlere de acımadı, onları da ya işten attı yada sürgün etti. İşten atmaların tamamı, hukuksuzca yapıldı. İnsanlar, cep telefonu mesajlarıyla işten atıldıklarını öğrendi. İşten atılan emekçilerin ne ihbar tazminatları ödendi, ne de kıdem tazminatları.

Taşeron işçileri işten atmak da Menderes TÜREL’e yetmedi, kısa sürede sıra kamu emekçilerine geldi. Onların iş güvencesi olduğu için, onları işten atmak kolay değildi. Ama onunda bir çaresi vardı, sürgün. Yüzlerce kamu emekçisi, bir anda sürgün edildi. Menderes TÜREL başkan seçilirken işine yarayan bütün şehir yasası,  kamu emekçilerini sürgün etmek için de işine yaradı. Gazipaşa’dan Kaş’a kadar tüm yerler, artık Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin sınırları içinde. Buralara hizmet gitmesi için, belediyenin kadro ihtiyacı var. Menderes TÜREL buralara kadro açmak yerine, öncelikle Antalya Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan ve AKP’li ya da onlara yakın olmayan kamu emekçilerini bu ilçelere sürgün etmeye başladı. Tabii bu sürgünden ilk nasibini alan da KESK’li kamu emekçileri oldu. Bu sürgünler sözde “görevlendirme” adı altında yapılıyor ve tam bir partizanlık uygulanıyor. Yakında göreceksiniz, açığa çıkacak, eleman ihtiyacı AKP’lilerce giderilecek.

Menderes TÜREL seçimler öncesi,  “seçimleri kazanırsam hiçbir çalışanın görev yeri değişmeyecek” diye söz vermişti. Ama bu sözünü tutmadı, çünkü yalancılık bunların fıtratında var. Tıpkı bedava olan Konyaaltı sahilini, halka “ücretsiz açtık” dediği gibi ya da Karayolları Genel Müdürlüğü’nce yapılan kavşak çalışmasını kendi yapıyormuş gibi halka yutturmak istemesi gibi.  

Menderes TÜREL ve parçası olduğu AKP düzeni her yerde emeğe ve emekçiye düşmandır. Ülkemizi sermaye için dikensiz gül bahçesine çevirirken, emekçiler için ise cehenneme çevirmiştir. Güvencesizlikte, iş cinayetlerinde, çocuk işçi çalıştırmada, emekçiler için olumsuz olan ne varsa, hepsinde ülke olarak “zirvedeyiz”.

AKP şimdide yeni bir torba yasayla kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmaya, özelleştirmenin önündeki yargı engelini bertaraf etmeye hazırlanıyor. Cehenneme çevirdiği çalışma hayatının ateşini, daha da harlıyor.

17 Haziran 2014 Salı

Kılıçdaroğlu ve Sol Diye Bir Şey…


     Kemal Sunal’ın Salako filmini izlemeyen yoktur sanırım. Orada ki bir sahnede iki köy ağası arasında şöyle bir diyalog geçer “ Sol diye bir şey çıkardılar başımıza, Allah seni inandırsın sol elimi kullanamaz oldum. Kabil olsa sol adımımı atmayacağım yürürken.” Cumhurbaşkanı adayının ismini görüşürken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP lideri Devlet Bahçeli arasında da böyle bir diyalog geçmiş olabilir diye düşündüm. Kılıçdaroğlu Bahçeli’ye “ sol diye bir şey icat etmişler, tutturuyorlar sol aday diye. Biz boş verelim bunları da sen Ekmeleddin beye ne diyorsun ?” gibi bir konuşma geçmiş olabilir. Çünkü CHP için iş o raddeye varmış durumda. Israrla soldan kaçma ve sağda ısrar etme durumu söz konusu.

     Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olduğu kongreyi hatırlayın sol sloganlar havada uçuşuyor, Ecevitvari bir söylem ve kasketle yeni bir Karaoğlan havası yaratılıyordu. Ama kısa zamanda anlaşıldı ki Kılıçdaroğlu, Ecevit’in yetmişli yıllarda ki “sol” çizgisini değil seksenlerden sonra Ecevit’in yaslandığı sağcılığı kendine rehber edinmiş. Haksızlık etmeyelim CHP’nin sağa açılma hamlesi Kılıçdaroğlu’yla başlamadı ama Cumhurbaşkanı adayı gösteriyor ki sağa açılma Kılıçdaroğlu’yla nihayete eriyor. Birinci Cumhuriyeti ilan eden CHP’ye, onun bitişini de ilan etmek nasip olmuş oldu.  Cumhurbaşkanlığı hamlesiyle daha önce Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açan Baykal gibi Kılıçdaroğlu’da Cumhurbaşkanlığı’nın yolunu açmış oldu.

    Büyük ihtimalle Ekmeleddin İhsanoğlu bir yerlerde pişirilip CHP ve MHP’ye servis ettirildi. Son çıkan haberlere göre Ekmeleddin İhsanoğlu’nu öneren kişi Kemal Derviş’miş. Öneren oysa işin içinde ABD kesin vardır. 2002 yılında yaşanan hükümet krizini hatırlayın birde o zaman Bahçeli’nin alelacele yaptığı hem de 3 Kasım diye tarih verdiği erken seçim çağrısını. Muhtemelen bu konuyla ilgili daha çok yazılıp çizilecektir. Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerden tutunda başka dinamikleri de içeren senaryolar yakında açığa çıkar.

    Bunlar bir yana vahim olan CHP’nin içine düştüğü bu durumdur. Ülkenin en büyük “sosyal demokrat” partisinin Cumhurbaşkanlığı için kendisinden bir aday çıkaramamış olması düşündürücüdür. Daha da kötüsü çıkan adaya parti içinden esaslı bir karşı duruş şimdilik çıkmamış olmasıdır.

   CHP’nin sağa açılarak bu yöntemle AKP’yi alaşağı etmesinin imkanı yok. Çünkü o kulvarın şu anda tek ve en güçlü hakimi AKP. Cemaatle arası bozuk olsa da diğer cemaatleri halen kendi ittifakı içinde tutmayı başarıyor. CHP, Ekmeleddin İhsanoğlu hamlesiyle burada da  bir gedik açarım diye düşünüyorsa yanılıyor. AKP bütün cemaatlerin varlığını kendi varlığına bağlamış durumda.  Sağ seçmenden oy almanın yolu sağcı aday çıkarmak ya da sağcılaşmak değil onları ikna edecek örgütleyecek bir ideolojik hat ve programdır. CHP  bu yolu çok yorucu ve zahmetli buluyor  sanırım. O yüzden kestirmeden sağcılaşmaya gidiyor.

   Oysa CHP gibi bir partiden beklenen AKP’nin ülkeyi bu kadar gericileştirmeye çalıştığı bir dönemde bu gericileştirmeye karşı bir barikat oluşturmasıydı.  Ama CHP bunu tercih etmek yerine halkı iki sağcı ve gerici aday arasında seçim yapmaya zorluyor ve bunu MHP ile ittifak kurarak yapıyor. Hem de kendisini halen bir umut olarak  gören Alevi ve kendisine oy veren sol seçmenlerine rağmen. Erdoğan’ın 3. Köprüye Yavuz ismini vermesi kadar yaralayıcı bir durum.  CHP, HDP ile yan yana gelmeyi iyi bir görüntü olmaz diye reddederken MHP ile yan yana gelmekte hiçbir sakınca görmüyor. Kürt seçmenle bağ kuramayan CHP mesafeyi daha da açmış oldu.

   CHP açısından işin bir kötü yanı da adayın tepeden inme bir şekilde açıklanmış olması. Yapılan onca görüşme ve fikir alıverişinin dostlar alışverişte görsün mantığıyla yapıldığı anlaşılıyor. Kendi vekillerinin bile haberi olmadığı belki oy vermeyeceği bir adayı emrivakiyle ilan ediyor. Ne diyelim kendilerine hayırlı olsun.

   Görüldü ki AKP ile mücadele sadece sandıkla olacak bir iş değil. Toplumda gerçekten bir dönüşüm yaratmak gerekiyor. Bu sağcı kuşatmaya karşı gerçekten demokratik özgürlükçü ve laik bir seçeneği hayata geçirmek gerekiyor.

8 Haziran 2014 Pazar

DEVLETİN İMHA VE İNKÂR SİYASETİ DEVAM EDİYOR!


Türkiye uzun süredir, Kürt sorununda çatışmasız bir süreç yaşıyor. Ne yazık ki bu süreç, heba edilmek üzere. AKP iktidarı benzer çatışmasız süreçlerde olduğu gibi, bu süreçte de oyalama taktiğini sürdürüyor. Süreci yasal bir zemine oturtmak yerine, kendi tekelinde ilerletme gayretini sürdürüyor. Yaklaşan her seçim sürecini, çatışmasızlık ortamıyla geçirmek istiyorlar ve bunu sağlıyorlar, ancak sonra süreci dondurmaya devam ediyorlar. AKP, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı ve sonraki genel seçimler için; bir taraftan “barış yapıyoruz” diye Kürt seçmenini, Kürt halkına saldırarak da batıdaki milliyetçi seçmeni konsolide etmeye çalışabilir. Bu oyalama ve seçim kurnazlıkları, belki AKP’ye seçim kazandırabilir ama Kürt sorunun çözümüne asla hizmet etmeyecektir. 

AKP, Kürt hareketinin legal partisi dahil, kimsenin inisiyatif almasına imkan tanımak istemiyor. Akil adamların neredeyse tamamına yakınını, yandaşları ve kendi çizgisindeki kişilerden seçtiği gibi, çalıştayları da bu kişilerle yapıyor.  AKP, devletin kendisi olmuş durumda. Elini bağlayan herhangi bir şey yok, polisinden askerine her şey kontrolündeyken, bu sorunu çözmüyor, sürekli çözmek istiyormuş gibi oyalıyor. Yıllarca Cumartesi annelerine kulak tıkayan, onları coplatan AKP, Diyarbakır’daki annelerin eylemini bile kendi siyasi çıkarları ve BDP’yi siyaseten sıkıştırmak için kullanmaktan bile utanmıyor. İnsanların dağa çıkışını engelleyecek adımları atmamakta ısrar ederken, dağa çıkanların hesabını BDP’den sormaya çalışıyor.

AKP sadece oyalamıyor, bu çatışmasızlık sürecini, adeta bir savaş yığınağı yapmakla geçiriyor. Kürt coğrafyasında devam eden, kalekol inşaatları da bunun en büyük kanıtı.  Bu kalekollara karşı halk, uzun süredir direniş gösteriyor. Bu direniş özellikle de Lice’de yoğunlaşıyor. Direniş, yine devlet tarafından, silahlarla bastırılıyor. Geçen yıl ki protestolarda Medeni YILDIRIM yaşamını yitirmişti, cumartesi günü de iki kişi hayatını kaybetti.  Liceliler için karakol ya da kalekol demek, her daim katliam demek. Doksanlı yıllarda yaşanan katliamlar, Ceylan ÖNKOLLAR hep hafızalarda. Daha bunlar hafızalarda tazeyken, hem barış süreci deyip, hem de kalekol yapmak, barışa kurşun sıkmaktır.

AKP’nin barışın peşinde olmadığını, devletin kadim refleksinin ne olduğunu en iyi gösteren şey, kalekol direnişi sırasında askeri araçtan yapılan anonstur. Kalekolları protesto eden Lice halkına dağılmaları için yaptığı anonsta, “dağılmazsanız teröristleri ve sizi imha edeceğiz” diyordu. Adeta devletin Kürt sorununa bakışının, deklarasyonu gibiydi: İnkâr ve imha. Yani değişen hiçbir şey yok.

Hem barış yapıyoruz deyip, hem de adeta savaşa hazırlanır gibi bir coğrafyayı kalekollarla ve barajlarla donatmak,  barış değil savaşa hazırlanmaktır. Lice’nin acısı, bütün bir ülkenin acısıdır. AKP ülkenin her yerini kalekol haline getirmek istemektedir. Ama bunu başaramayacak.  AKP’nin zalim düzenine karşı, barışı ve kardeşliği hep birlikte kazanacağız.