26 Aralık 2014 Cuma

Suriyeliler, Hıristiyanlar… Faşist Saldırılar. Antalya’da Neler Oluyor?


Son günlerde Antalya’da ardı ardına önemli olaylar yaşanıyor.  Antalya Valisi’nin Suriyeli göçmenleri hedef alan açıklaması, Akdeniz Üniversitesi öğrencilerine açılan yüzlerce soruşturma ve ardından ilerici, solcu öğrencilere dönük faşist saldırılar, yılbaşı öncesi İncil dağıtmak isteyen Hıristiyan yurttaşların engellenmesi…

Suriyeliler yine Hedefte

Antalya Valisi Muammer TÜRKER Uygulama Oteli’nde basın mensuplarıyla yaptığı toplantıda, kentte yaşayan Suriyelilere Antalya’yı terk etmeleri için tebligat yaptıklarını ifade etmiş. Antalya’nın öznel durumundan dolayı, kentin Suriyeliler için cazibe merkezi olmasını istemiyorlarmış.  İnsanın aklına gelmiyor değil, “Nedir bu Antalya’nın öznel durumu”. Herhalde turizm. Malum 2000’li yıllarla birlikte, Antalya Türkiye’nin turizm başkenti oldu. Her yıl kentimize milyonlarca turist geliyor ve bundan turizm geliri elde ediliyor. Haliyle Antalya “marka” bir şehir konumunda. Oysa bu makyajı kazıdığınızda, bambaşka şeylerle karşılaşıyorsunuz. Milyonlarca turist, binlerce otelde konaklayıp, turizme gelir katıyor ama bu otellerin çoğunun geliri İstanbul’a gidiyor, çünkü şirketlerin çoğunun merkezi İstanbul. Ayrıca her şey dâhil sisteminden dolayı, otelden çıkmayan turistlerin çoğu, Antalya’yı görmüyor bile. Yine turizmde çalışan yüz binlerce emekçi, mevsimlik işçi konumunda. Çalışma koşulları kölelik düzenini aratmıyor, yine çoğu güvencesiz ve sendikası yok. Herhalde valinin bahsettiği, Antalya’nın özel durumu bu.  Başka bir özel durumu varsa, sayın vali daha net anlatsın, biz de bilelim.

Suriyeliler Ucuz İş Gücü

Suriyelilere kenti terk etmeleri için tebligat gönderdiklerini ifade eden Vali Muammer TÜRKER, aynı Suriyelilerin ucuz iş gücü potansiyeli barındırdığı için üreticilerden istek geldiğini ifade ediyor. Yukarda turizm emekçileri için bahsettiğim çalışma koşulları, Suriyeli göçmenler içinde geçerli. Başta İstanbul ve Mersin gibi büyük iller olmak üzere, birçok yerde yaşayan Suriyeliler, ucuz iş gücü olarak kullanılıyor. Neredeyse hiç birinin sosyal güvencesi yok ve çok düşük ücretlerle çalıştırılıyor, güvenli beslenme ve barınma koşullarından yoksunlar. Üretici bundan memnun olurken, Suriyeliler yüzünden işini kaybettiğini düşünenler ise, hedeflerine Suriyelileri alıyor.  Irkçı hezeyanlarla Suriyelilere saldırılıyor. Antalya Valisi’nin açıklamasının mürekkebi kurumadan, Manavgat’ta tarımda çalışan ve işten dönen Suriyelilere saldırı gerçekleşti. Yol verme tartışmasıyla başlayan olay, ırkçı bir linçe dönüştü.

Artık hangi kent olursa olsun fark etmiyor, her olumsuzluk Suriyelilerden biliniyor.  Oysa o insanlar, bir savaştan kaçıp ülkemize sığındılar. Suriye’de yaşanan iç çatışmayı kimin körüklediğini, “Esad gitsin de ne olursa olsun” hezeyanı içinde olanların kimler olduğunu, hepimiz biliyoruz. Birleşmiş Milletlerin müdahalesine zemin hazırlamak için, kontrolsüz bir şekilde mülteci akınına kapılarını açan, “şu kadar sığınmacı gelirse, BM müdahale etmek zorundadır” deyip savaş çığırtkanlığı yapan, bizatihi AKP ve onun değişmez başkanı olma yolunda hızla ilerleyen, Recep Tayyip ERDOĞAN’dır.

Türkiye halkı için asıl tehlike olan, iç savaştan kaçıp gelen Suriye halkı değil, ülkemizde özellikle sınır illere yerleştirilen, dünyanın birçok yerinden getirilen, cihatçı teröristlerdir. Bunların çoğu bugün IŞİD ve El Nusra gibi cihatçı terörist örgütlerin safında savaşmakta, sınırlarımızdan kolayca ellerini kollarını sallayıp geçmektedirler. İlerde kontrolden çıkma potansiyelleri yüksek olan bu teröristlerin, Suriye’den sonra hedeflerine Türkiye’yi almaları uzak bir ihtimal değil. Bu teröristlerin Türkiye’nin herhangi bir ilinde ya da kentimizde gerçekleştireceği bir saldırıda, ne özel durumunuz kalır, ne de hassas durumunuz.


Akdeniz Üniversitesi’nde Soruşturma ve Faşist Terör

Akdeniz Üniversitesi son günlerde gündemden düşmüyor.  Yüzlerce öğrenci hakkında açılan soruşturmalarla birçok öğrenci okuldan atılma tehlikesiyle karşı karşıya. Yolsuzlukları ayyuka çıkan rektör, özel güvenlik ve polis işbirliğiyle öğrencileri soruşturmalarla yıldırmaya çalışıyor. Bu soruşturma terörünün yanında, son iki gündür Türkiye’deki birçok üniversiteyle eş zamanlı ilerici ve solcu öğrencilere dönük, faşist saldırılardan Akdeniz Üniversitesi de nasibini aldı.  Yolsuzlukları ve soruşturmaları protesto eden ilerici ve solcu öğrencilere faşistler, taş, sopa ve bıçaklarla saldırıyor. Tüm Türkiye’de ve Akdeniz Üniversitesi’ndeki bu saldırılar, sıradan değil. Ak Gençliği aktif duruma geçmeye çağıran Başbakan’ın bu çağrısına, Ak gençlikten önce, ülkücüler atılmış durumda. Mecliste, MHP’li vekillerin AKP her sıkıştığında, onun koltuk değneği olma görevini, sokakta da ülkücü faşistler üstleniyor. Dışarıdan getirdikleri saldırganlarla beraber, öğrencilere saldırıyorlar. Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğü de bu saldırılara seyirci kalıyor. Yolsuzlukları protesto eden öğrencilere soruşturma üstüne soruşturma açarken, üniversite içinde bıçakla, satırla, sopayla gezenleri seyretmekle yetiniyor. Rektör bu saldırılar sayesinde, yolsuzluklarının gündemden düşeceğini düşünüyorsa yanılıyor.

İncil Dağıtımına Engelleme

Antalya İncil Kilisesi ve Antalya İncil Kiliseleri Derneği, her yıl olduğu gibi bu yılda Noel etkinlikleri kapsamında, Kaleiçi Üçkapılar bölgesinde bir dizi etkinlik düzenleyip, Türkçe İncil dağıtımı yapmışlar. İncil dağıtımı izin alınmadığı gerekçesiyle valilik kararıyla polis tarafından engellenmiş. Dernek yöneticileri her yıl yaptıkları etkinliğin izinli olduğunu belirtirken, Valilik çok sayıda şikâyet aldıklarını açıklamış. Hıristiyanların Noel kutlamalarına dönük saldırılar ve karalamalar da Antalya, tekil bir örnek değil. Türkiye’nin birçok yerinde yılbaşı kutlamaları üzerinden, Noel ve Hıristiyanlar hedef gösteriliyor.

Son günlerde Avrupa’da artan İslam karşıtı gösteriler, eleştiri konusu oluyor. Bu gösteriler Türkiye tarafından da tepkiyle karşılanırken, benzer uygulamalar ülkemizde de misliyle yaşanıyor. Suriyelilere karşı ırkçı saldırılar, Hıristiyan yurttaşlara tahammülsüzlük, ne ararsanız var. Faşizm öyle illetli bir hastalıktır, tüm bünyeyi sarar. Almanya’da Türk’e, Müslüman’a; Türkiye’de Kürt’e, Suriyeliye, Hıristiyan’a düşman olur.

İşte, asıl Antalya’ya zarar veren yukarda saydığımız olaylar. Antalya’yı tüm güzellikleriyle bir arada yaşanabilen bir şehir olmasını sağlamak, bizim elimizde. Ülkemizin ve kentimizin gerici ve ırkçı bir karanlığa gömülmesine müsaade etmeyeceğiz.

20 Aralık 2014 Cumartesi

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ’NDE SORUŞTURMA TERÖRÜ


Akdeniz Üniversitesi’nde çeşitli eylemlere katıldıkları gerekçesiyle 250 öğrenciye 600 disiplin soruşturulması açılmış. Yanlış duymadınız evet, 600 soruşturma. Bir kısmı, herhangi bir eyleme falanda katılmamış. Kimisi bahsedilen eylemlerin yapıldığı gün, Antalya’da bile değil. Ama olsun, “belki ileride bir eyleme katılırlar” ihtimaliyle soruşturma açmışlar. Bazı öğrencilere de bir değil, beş değil, on değil, tam on beş soruşturma birden açılmış. Suçlar hep aynı, üniversite içinde de demokratik bir hak olan, yürüyüş ve basın açıklaması yapmak, bunlara katılmak. Yani öğrencilerin katıldığı her eyleme soruşturma açılmış.

Üniversite öğrencileri de bu toplumun bir parçası. Ülkede yaşanan sorunlara karşı, duyarlı olmaları kadar doğal bir şey yok. Akdeniz Üniversitesi öğrencileri de hem akademik sorunlara(üniversite harçları, barınma, yemekhane vb.)  hem de ülkede olup bitenlere seyirci kalmak yerine, seslerini yükselterek, taleplerini dile getirdikleri için şimdi disiplin soruşturmalarıyla karşı karşıya.

Oysa soruşturulması gereken, yolsuzluk iddialarından başını kaldıramayan Rektör ve adı yolsuzluk iddialarına karışan idari ve akademik personel olmalıydı. Akdeniz Üniversitesi Rektörü İsrafil KURTCEPHE rektör seçildiği günden bu yana, yolsuzluk iddialarının ardı arkası kesilmiyor.  Yolsuzlukların ilk ayyuka çıkması, ünlü hacker grubu Red Hack sayesinde olmuştu. Red Hack YÖK’ü hacklemiş ve üniversiteler hakkındaki birçok yolsuzluk belgesini yayınlamıştı. Bu üniversiteler arasında Akdeniz Üniversitesi ve onun rektörü İsrafil KURTCEPHE’de yer alıyordu*. 

İddialar arasında, inşaat ihalelerinde usulsüzlük, seçim öncesi dağıtılan dizüstü bilgisayarlar, üniversite içinde yapılan inşaatların ihalelerinin yandaş firmalara verilmesi gibi liste uzayıp gidiyordu.  Kurtcephe hakkındaki bu iddialar hakkında herhangi bir işlem yapılmadı, kendiside bu suçlamalar karşısında elbette istifa etmeyi aklına bile getirmedi. Ama rektör ve üniversite hakkında yolsuzluk iddiaları bitmek bilmedi. Torpille eleman alınması, alınanların bir kısmının Kurtcephe’nin yakını olması, Tıp Fakültesi Dekanının baskı yapılarak istifa ettirilmesi, üniversitedeki bazı birimlerin müdürlerinin hak etmedikleri yüksek maaşlar alıyor olması bu yılın yeni iddiaları. Rektör Kurtcephe’den bu iddialar hakkında da bir açıklama ve yalanlama yapılmış değil. Tabii istifa gibi bir mekanizmayı zaten hiç aklına getirmiyor.

İşte üniversite öğrencileri ülkede olduğu gibi, üniversitelerinde yaşanan bu yolsuzluk iddialarına da seyirci kalmadılar. Rektörden hesap sordular, rektörün istifa etmesini istediler. Hakkındaki iddialar karşısında üç maymunu oynayan rektör, sıra demokratik haklarını kullanan öğrencilere gelince, şahin kesildi. Başta yolsuzlukların hesabını soran, haksızlıklara karşı seslerini yükselten öğrencilere karşı soruşturma terörü başlattı. Şimdi 250 öğrenci ciddi soruşturmalarla karşı karşıya. Uyarı ve kınamadan başlayıp, okuldan uzaklaştırma ve atılmaya uzanacak bir süreç yaşanabilir.

Şimdi Antalyalılara düşen, üniversite öğrencilerine sahip çıkmak. Malum, 17-25 Aralık yolsuzlukla mücadele haftasındayız. Geçen yıl ülkemiz asrın en büyük yolsuzluk olayıyla sarsılmıştı. Şimdi bir hafta boyunca, bu yolsuzlukların unutturulmaması ve halkın çalınan her kuruşunun hesabını sormak için, alanlarda sesimizi yükseltiyoruz. Bu mücadelenin yanında, kentimizde yaşanan bu yolsuzluklara da seyirci kalmamalıyız. Bu yolsuzlukların açığa çıkmasını istedikleri, üniversitede bilime, öğrencilerin ihtiyaçlarına harcanması gereken paraların nereye harcandığının hesabını sorduğu için, disiplin soruşturmalarının hedefi olan öğrencilere de sahip çıkmalıyız.

Akdeniz Üniversitesi öğrencileri, yolsuzluk iddialarının peşini bırakmıyor. Haklarındaki yüzlerce soruşturmaya rağmen, yine rektörün ensesindeler. Bizlerde tıpkı Akdeniz Üniversitesi öğrencileri gibi, bu yolsuzluk iddialarının peşini bırakmamalıyız, bu mücadelede öğrencilerle yan yana olmalıyız.

Buradan Akdeniz Üniversitesi rektörüne, bir kere daha çağrıda bulunuyorum. Hakkındaki yolsuzluk iddialarından dolayı görevinden istifa etmelidir, ama daha önce öğrenciler hakkında açılan idari soruşturmaları durdurmalıdır.

*http://antalyasolu.org/54-sabri-kirdar/universite-degil-arpalikmis

14 Aralık 2014 Pazar

EZİLEN ÇİMENLER DEĞİL, DİRENEN KARINCALAR OLACAĞIZ…


Twitter fenomeni @fuatavni’nin “deşifre ediyorum” dediği paralel operasyonu, 14 Aralık Pazar günü gerçekleşti.  Dün kol kola yürüyen, birçok operasyonu birlikte yürüten AKP ve cemaat bu gün iki düşman olmuş durumda. 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla başlayan bu düşmanlaşma süreci, bu gün itibariyle yeni bir boyut kazandı. Cemaatin gazetesi Zaman’ın genel yayın yönetmeni ve televizyonu Samanyolu’nun yöneticisi de gözaltına alındı.

Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem DUMANLI, gözaltına alınmadan önce yaptığı basın toplantısında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’a seslenerek, şöyle diyordu; “ 10 yıl boyunca sizlerle dünyanın dört bir tarafına gittim, yan yana olduk, röportajlar yaptık. Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğini öyle mi ele geçirmeye çalıştım?"

Açıklama tanıdık gelmiştir. Cemaatle AKP’nin arası ilk olarak dershanelerin kapatılması meselesiyle açılmıştı, işte o günlerde dönemin Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN çok konuşulacak bir açıklama yaparak, cemaati kastederek şöyle demişti; “ne istediniz de vermedik”. Ama bu açıklamanın devamını getirmedi, cemaat ne istemişti de Recep Tayyip ERDOĞAN her istediklerini yapmıştı. Bunları öğrenemedik tabi.

Ekrem DUMANLI ve Recep Tayyip ERDOĞAN’ın bu açıklamalarını yan yana koyunca, suç ortaklığı aleni şekilde ortaya çıkıyor. Cemaat ve AKP on iki yıl boyunca kol kola yürüdü ve her şeyi birlikte yaptılar. Cemaatin AKP hakkında söyledikleri, AKP’nin de cemaat hakkında söylediği her şey doğru. AKP, on iki yıl boyunca, cemaatin devletin içinde özelliklede yargı ve emniyet içinde örgütlenmesine müsaade etti. Yargı ve emniyette örgütlenen cemaat eliyle Ergenekon, Balyoz ve KCK operasyonları ve davaları yürütüldü. Bu günlerde Hrant Dink cinayetini bütünüyle cemaate yıkmaya çalışan AKP iktidarı, o günlerde cinayette ihmali ve sorumluluğu olan içinde cemaatçilerinde olduğu tüm kamu görevlilerine kol kanat germişti.  Cemaat de tüm bu yıllar boyunca AKP’nin iktidarlaşması uğruna, elindeki basın gücünü de kullanarak, algı operasyonlarını yürütmüştü. AKP’ye dönük her türlü muhalefeti, darbecilikle yaftalamayı marifet haline getirmişti. TEKEL Direnişinden Gezi Direnişine kadar her hareket, marjinallikle, kökü dışarıda olmakla yaftalanıyordu.

Gün geldi devran döndü, ortaklık bozuldu. AKP artık tek güç olmak için düğmeye basınca, cemaatte kolay lokma olmadığını, yıllardır bir örümcek ağı gibi sardığı devlet kurumlarını ve gücünü kolay kaybetmeyeceğini ispatlarcasına, dişini gösterdi. Süreç dershane kriziyle başlayıp 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonuna kadar uzandı. Şimdilik AKP kazandığı seçimlerinde gücüyle hamle üstünlüğünü ele geçirmiş durumda.  Poliste ve yargıda yaptığı hamlelerle cemaati sıkıştırmaya devam ediyor, cemaatte kolay teslim olma niyetinde değil.

Savaş tüm hızıyla devam ediyor, bu savaştan her iki tarafın iddia ettiği gibi, bir demokratikleşme çıkmayacak. Çünkü iki tarafta bir demokrasi savaşı vermiyor, saray kavgası yürütüyor. Recep Tayyip ERDOĞAN KaçAK sarayında tüm yetkileri elinde toplayacağı bir diktatörlüğe dönüştürmeye uğraşırken, cemaat de devletin içinde örgütlediği gücünü kaybetmemenin gayretinde. Bu saray kavgasının kazananı halk olmayacak.

Tepede filler tepişmeye devam ediyor ama biz altta ezilen çimenler olmayacağız. Tam tersine fillere direnen karıncalar olacağız. Yaşar Kemal’in “Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca” romanında olduğu gibi. “Filler Sultanı gücüne güvenerek, karıncalara savaş açar. Haklı ya da haksız olmak, onun için önemli değildir. Gücünü, kendinden milyonlarca kez küçük karıncalar üzerinde, denemektir niyeti. Ancak karıncalar birleşir ve haksızlığa boyun eğmeden fillerin sultanlığını devirirler.”

Şimdi biz de küçük karıncalar gibi birleşerek ve Haziran isyanından aldığımız güçle kurulmak istenen diktatörlük düzenine karşı, gerçek bir halk muhalefetini yaratacağız. Tapelerle, gizli dinlemelerle değil, halkın coşkun akan seliyle bu zalim düzeni alaşağı ederek, halkın iktidarını yaratacağız.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Ahmet Hakan’ın Menderes Türel’e Sormadıkları…


Turizmin başkenti olarak adlandırılan Antalya, son günlerde, ülke gündemimizde ilk sırada yer alıyor. Son şiddetli yağmur ve Milli Eğitim Şurasıyla gündemde olsa da kentin daha ciddi sorunları da var. İşte böyle bir ortamda Hürriyet Yazarı Ahmet Hakan COŞKUN Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Menderes TÜREL ile çarşamba söyleşisi yapacağını açıklayınca, herkeste bir merak uyandı. Malum son günlerde kentin gündemi hayli yoğundu. Türel’in kentte olup bitenler hakkında, söyleyecekleri merak ediliyordu. Bu merakımı gidermek için gazeteyi* açıp, söyleşiyi okuduğumda bayağı bir şaşırdığımı itiraf etmeliyim, birçok kişinin de aynı şaşkınlığı yaşadığını düşünüyorum. Çünkü kentin ana sorunlarına dair bir şeye rastlamadık. Sanırım Ahmet Hakan COŞKUN işin magazinsel boyutuyla daha çok ilgili. Oysa insanların cevabını merak ettiği birçok soru var.

Malum Menderes TÜREL, ikinci kez belediye başkanı seçildi. Seçilir seçilmezde ilk icraatı, binlerce taşeron işçinin işine son vermek oldu. İkinci olarak Tüm Bel – Sen sendikasına üye yüzlerce memuru, sürgüne göndermesi olmuştu. Bu işçi kıyımıyla ilgili bir soruyu göremedik. Hadi onu geçtik, Mustafa AKAYDIN zamanında üniversite öğrencilerinin barınma sorununa bir nebze çözüm olsun diye açılan öğrenci yurdu, bir oldubittiyle, Kılıçdaroğlu’nun rüşvetin merkezi dediği, TÜRGEV’e verilmişti. Ama buna dairde bir şey göremedik.  Antalya Sanatçılar Derneği(ANSAN) 1992 yılından beri kullandığı Kaleiçi’ndeki yerinden, hukuksuz bir şekilde polis zoruyla çıkarıldı.  ANSAN’ın tahliyesi sırasında halka polis ve zabıta saldırmış, hatta zabıtalar CHP’li belediye meclis üyelerini yumruklamışlardı. Yine Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği mevcut yerinden Büyükşehir Belediyesi tarafından çıkarılmak isteniyor. ANSAN tarzı bir süreçle karşı karşıyalar. Ama bunlarda söyleşide sorulmamış. Menderes TÜREL’in, ANSAN tahliyesinde de gördüğümüz, zabıta ordusuna neden ihtiyaç duyduğunu da öğrenemedik. Antalya’da suya yapılan %9’luk zam da haliyle söyleşide yok.

Antalya malum turizmin başkenti, yüz binlerce insan turizmden geçimini sağlıyor. Son Milli Eğitim Şurası’nda alınan turizm meslek liselerinde alkol servisi dersinin kaldırılmasına yönelik kararla ilgili kenti yöneten Menderes TÜREL, ne diyor onu da haliyle öğrenemedik.

Kısaca kente dair sorunlar ve sıkıntılar hakkında Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Menderes TÜREL’in ne düşündüğünü, kendisi hakkındaki eleştirilere ne cevap vereceğini öğrenemedik.

Gelelim söyleşideki gündemlere. Ahmet Hakan COŞKUN, Menderes TÜREL’e geride bıraktığımız Altın Portakal Film Festivali’nde yaşanan sansür iddialarını soruyor. Menderes TÜREL, olayı AKP’lilerin tipik komplo teorileriyle açıklıyor.  Bu işin “stratejik bir eylem planı” olarak tasarlandığını iddia ediyor. Bu kanıya nerden mi varmış? Onu da yine söyleşiden öğreniyoruz.  Kendisine festivalle ilgili İstanbul’da yaptığı basın toplantısında sorulan “Gezi ile ilgili bir film gelirse ne yapacaksınız?” sorusundan, “stratejik bir eylem planı” olduğunu anlamış.  Oysa tüm Antalya biliyor ki Menderes TÜREL bu festivali, bir bütün olarak yüzüne gözüne bulaştırdı. Yıllardır festivali organize eden AKSAV’ı devre dışı bırakarak, kendi kurduğu ekiple yapmak istediği festival, sansürün gölgesinde ve başka bir sürü aksaklıkla zar zor yapıldı. “İçinde küfür var, hukuki olarak gösterilmesi sakıncalı” denilen film birçok başka festivalde gösterildi. Tüm Antalyalılar biliyor ki Gezi belgeseli sansürlenmek istendi, gösterimi engellenmeye çalışıldı.

Menderes TÜREL bir başka konuda da doğruları söylemiyor. Kadınlar Plajında bazı CHP’lilerin, üstsüz olarak güneşlenme eylemi yapmaya çalıştıklarını söylüyor. Bir sonuç alamadıkları için de vazgeçtiklerini iddia ediyor. Bu mesele yerel basına** da yansıdığı için, herkes işin aslını biliyor. Çıplak olarak güneşlenmek isteyen CHP’liler değil, yabancı turistlerdi. Onlarda birkaç türbanlının tepkisiyle karşılaşmışlardı. İsteyen yerel basın arşivini açıp bakabilir.

Menderes TÜREL’in yaptıkları ve söyledikleri arasındaki başka bir tutarsızlık da kutuplaştırma meselesiyle ilgili. TÜREL “kutuplaştırma siyaseti AKP’ye yarayabilir ama bu, benim benimsediğim anlamına gelmez” gibi iddialı bir laf ediyor. Ama Antalya’da yaşananlar tam tersini gösteriyor. Menderes TÜREL ikinci defa başkan seçildiğinden beri, Antalya’da gerilimi ve ayrışmayı şiddetlendiren bir tutum içerisinde. Kendi yakın çevresi dâhil birçok kişi, artık farklı bir TÜREL’le karşı karşıya olduklarını ifade ediyor.  Büyük bir intikam hissiyle davrandığını belirtiyor. AKP’nin izlediği kutuplaştırma siyasetini, birebir Antalya’da uyguluyor. Özellikle ANSAN ve ÇYDD meselesindeki tutumu, bunun en net örnekleri. AKP’nin İstanbul ilçe belediyelerinde görev yapmış birçok kişiyi danışman yapması ve belediyede önemli noktalara ataması, önümüzdeki dönemde Antalya’da nasıl bir siyaset izleneceğinin göstergesi. Menderes TÜREL, Antalya’nın Tayyip ERDOĞAN’ı olmak niyetinde. Uzlaşmasız, saldırgan, dediğim dedik çaldığım düdük anlayışıyla davranmaya devam ediyor.

Menderes TÜREL’in bir de Antalyalılara müjdesi var! On bin kişilik bir cami yaptıracakmış. Antalya’nın bitmek bilmeyen bir gündemi de bu camii yaptırma meselesi. Beş bin kişilik bir camiinin, Akdeniz Üniversitesi yerleşkesinde, yapımı devam ediyor. Bu on bin kişilik camii nereye yapılacak belli değil. Hangi ihtiyaçtan doğduğu da söylenmiyor. Hatırlayanlar olacaktır; benzer bir tartışma Kaleiçi’nde yer alan tarihi Kesik Minare’nin yeniden ibadete açılması meselesinde yaşanmıştı. Ayasofya, camii olsun diyenlere Recep Tayyip ERDOĞAN “önce vakit namazlarında camileri doldurun, sonra bakarız” demişti. Aynısı Antalya için geçerli, namaz vakitlerinde çıkın, şöyle bir camilerin önünden geçin, içinde cemaat olmadığını rahatlıkla görürsünüz. Peki, bu camii ihtiyacı nereden çıktı? Menderes TÜREL’in izlediği siyasetin bir ürünü. O da Recep Tayyip ERDOĞAN’la uyumlu siyasi bir hat izlemek istiyor. Tıpkı onun gibi kutuplaştırıp, ayrıştırıyor, din üzerinden siyaset üretiyor. Kadınlar plajı, ilerici kurumların, derneklerin mekânlarından uzaklaştırılması, her türlü alanın yandaşlara devredilmesi bu siyasetin bir uzantısı. Anlayacağınız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın yeni Türkiye’sine paralel, Menderes TÜREL’de yeni bir Antalya yaratma çabasında.

Ne Antalya ne de Türkiye, bu gerici, piyasacı kuşatmaya teslim olmayacak.

*http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/altin-portakal-i-sabote-etmeye-kalkistilar_27742359

**http://www.antalyaajans.net/turizm-haberleri/kadinlar-plajinda-hasemali-ustsuz-kavgasi-h5679.html