30 Ocak 2015 Cuma

Patrona Dost, Emekçiye Düşman AKP


AKP iktidarı, kıdem tazminatını kaldırma inadından vazgeçmiyor. İktidara geldiği günden beri emekçilerin kazanılmış haklarını bir bir budayan AKP hükümeti, şimdide kıdem tazminatını kaldırmanın derdinde. Her yıl sık sık gündeme getirdikleri kıdem tazminatını kaldırma planlarını, yeniden devreye sokuyorlar. 

Başbakan Ahmet DAVUTOĞLU’nun müjde diye duyurduğu şey, emekçilerin ölüm fermanından başka bir şey değil. Davutoğlu kıdem tazminatının işverene yük getirdiğini söyleyerek, işvereni bu dertten kurtaracaklarını söylüyor. İktidar oldukları günden bu yana patronları birçok yükten kurtardıkları gibi şimdide kıdem tazminatından kurtaracaklar. Bunu da emekçilere müjde diye sunuyorlar. AKP ne zaman “emekçiye müjde” diyorsa, anlayın ki emekçinin kazanılmış bir hakkı daha budanıyordur.

Emekçiye müjde diye sundukları, kıdem tazminatının kaldırılarak, fona devredilmesidir. Bunu uzun zamandır dillendiriyorlardı. Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali BABACAN, daha önce yaptığı bir açıklamada kıdem tazminatının bireysel emeklilik fonlarına devredilmesine sıcak baktıklarını söylemişti*.  Babacan’dan farklı olarak Davutoğlu emeklilik kısmını ifade etmeyip, kıdem tazminatını bireysel hesaba dayanan fonlara devredeceklerini söylüyor. Bunun gerekçesi olarak da çalışanların yüzde doksanının kıdem tazminatı alamamasını gösteriyor. Çalışanlar kıdem tazminatı alamıyorsa, bunun baş sorumlusu kendileri. Kayıt dışı, güvencesiz ve esnek çalışma modelini bu ülkede en iyi uygulayan kendi iktidarları değilmiş gibi, yapmaya devam ediyorlar.

Getirecekleri fon sistemiyle 30 günlük olan işçinin kıdem tazminatı hakkını da 15 günle sınırlayacaklar. Tasarruf fonlarında da devlet garantisi olmayacak. Fon batarsa, çalışan üzerine bir bardak soğuksu içecek. Kaldı ki normalinde işçinin kıdem tazminatını ödemeyen işveren, fona neden para yatırsın. Fona para yatırmasını sağlayacak ve garantiye alacak yasal bir düzenleme yok.

AKP kıdem tazminatını da kaldırarak, emekçileri kölelik düzenine yeniden döndürmeye kafasına koymuş durumda. Zaten yeni torba yasada yer alan özel istihdam bürolarının kurulması ve işçi kiralama yetkisi verilmesi gibi maddeler kadrolu çalışmayı ortadan kaldırıyor. Onun yerine geçici yani esnek ve güvencesiz çalışma düzeni geliyor. Zaten böyle bir düzende işlemesi mümkün olmayan kıdem tazminatını, haliyle toptan kaldırmaya uğraşıyorlar.

Gelinen bu noktada, sendikalara büyük görev düşmekte. Televizyon ekranlarında “kıdem tazminatı kırmızıçizgimiz” diyenler sözlerinin arkasında durmalı. Hak-İş daha şimdiden, “yasayı olumlu bulduklarını” beyan etti. DİSK Metal-İş kolundaki greviyle nasıl tepki vereceğini zaten gösteriyor, geriye Türk-İş kalıyor. SEKA ve TEKEL gibi direnişlerde gösterdiği olumsuz tavır, elbette büyük soru işaretleri. Ama kıdem tazminatının kalkması, özel istihdam büroları gibi uygulamalar sendikalarda örgütlenmelere de büyük darbe vuracaktır. Artık Türk-İş için de yolun sonu yaklaşıyor. Ne yapıp yapmalı, sendikalar birleşik bir mücadele hattı örerek, emekçilere dönük bu büyük saldırıyı durdurmalılar.

*Fon sitemiyle ilgili detaylı bilgi için http://sabrikirdar.blogspot.com.tr/2014/03/kdem-tazminat-gelecegimizdir.html

21 Ocak 2015 Çarşamba

Antalya’nın Elektrik Krizine Tek Çözüm Kamulaştırmadır


Antalya’daki elektrik krizi derinleşerek büyüyor. İki aydır okunmayan elektrik faturaları nihayet okunmaya başlandı. Gelen kabarık faturalar halkı çileden çıkarmış durumda. Halk kabarık elektrik faturalarını ödeyebilmek için kredi çeker duruma gelmiştir. Geciken faturaların bedeli sanki suçlu halkmış gibi yine halka ödettiriliyor. CLK halktan gecikme bedeli adı altında tahsilat yapıyor. CLK’ya öfke giderek büyüyor; İmza kampanyaları, sokak eylemleri  ardı ardına geliyor. Halk bu kabarık faturalardan nasıl kurtulacağının çarelerini arıyor. Çünkü CLK ödeme kolaylığı da göstermiyor.


CLK; Cengiz Limak Kolin ortaklığının kısaltması yani  AKP iktidarı ile birlikte semirdikçe semiren üç şirket. 17-25 Aralık yolsuzluk olaylarında, telefon dinlemesine takılan Cengiz İnşaatın sahibi Mehmet Cengiz, tüm halkın anasına bir güzel sövmüştü, kendisine de hiçbir şey olmamıştı. Maaşallah ortağı olduğu şirkete de bir şey olmuyor. Çünkü sırtını Cumhurbaşkanına ve onun iktidarına dayamış durumda. Elektrik dağıtım işlerinden, İstanbul’daki üçüncü köprüye ve üçüncü havalimanı inşaatına  kadar her ihalede ve işte bu üçlüyü görebilirsiniz.


CLK’ya dönecek olursak, işte CLK’nın bu aymazlığının sebebi iktidar partisi AKP ile  arasındaki  işbirliğidir. Geçen yazımda da belirtmiştim elektrik krizinin asıl sorumlusu AKP ve onun uyguladığı özelleştirme politikasıdır.

Şimdi Antalyalılar Ocak ayında gelen kabarık faturaları ödememek için çeşitli eylem ve etkinlikler  başlatmış durumda; Bunlardan biri Ocak ayı faturalarının iptali,kayıp kaçak bedeli ve gecikme zamlarının iadesidir. Bunlar bir ara çözüm olarak düşünülebilir. Ama sıkıntıyı çözmez. Sadece bu ayı kurtarmış oluruz. Sonrasında CLK bir şekilde bunu yine halka ödettirecektir. Şunu da belirtmeliyim; CLK kendine hiçbir yaptırım uygulanmayacağını bildiği için geri adım atmayacak ya da en azından atmamak için sonuna kadar direnecektir. 


Ocak ayı faturalarının iptali bir ara çözüm olarak talep edilmelidir ama Antalyalılar olarak asıl yapmamız gereken Akdeniz Bölgesindeki elektrik dağıtımının yeniden kamulaştırılmasını talep etmek ve bunun için mücadele etmek olmalıdır.


Antalyalılar olarak benzer bir süreci yıllar önce su faturalarında yaşamıştık. Muhakkak ANTSU’yu hatırlayanlarınız olacaktır. Hani şu Fransız firması. Suyun ticarileştirilmesi girişimleri yine ilk olarak Antalya’da denenmişti.

Antalya Su ve Atıksu Genel Müdürlüğü (ASAT) 1994 yılında kurulmuş, Fransız Şirketi ANTSU A.Ş.’ye devretmişti ve böylece su fiyatları üzerinde baskılar yaşanmaya başlamıştır. ASAT, Dünya Bankası ile yapılan İkraz Anlaşması (5 Temmuz 1995) gereği dayatılan ve özel sektörü de içeren üçlü bir yapıya dönüştürülmüş ve ASAT, Antalya Altyapı Yönetim ve Danışmanlık Hizmetleri San. Ve Tic. A.Ş. (ALDAŞ) ve ANTSU olarak yapılandırılmıştır.


ASAT’ın 5 trilyonluk maliyetlerinin ANTSU (SUEZ) tarafından 12 trilyon gibi bir taleple gündeme getirmesi, ANTSU’nun bu tür yaklaşımları su fiyatlarının artışına sebep olmuştur. 2001-2002 yıllarında su fiyatları artış oranı %113′lere varmış, 2000-2004 yılları arasında su fiyatları artış oranı %357′lere ulaşmıştır. Şirketin su fiyatlarını artırma talebi hiç bitmemiş; Şirket fiyat artış talebinin gerekçesini , alt yapı yatırımları ve işletme maliyetlerinin yükselmesi olarak göstermişti. Daha sonra Antalya Büyükşehir Belediyesi 10 yıllık süre dolmadan Şirket ile yapılan sözleşmeyi feshetmek zorunda kalmıştı*.


O günleri hatırlayanlar bilir, neredeyse bir ev bir hamamla aynı su faturasını ödüyordu. Halk canından bezmişti.  Sonuçta hem şirketin bitmeyen talepleri  hem de halkın tepkisi sonucu belediye inadından vazgeçmek zorunda kalmış ve sözleşmeyi feshetmişti.


Şimdi benzer bir tepki CLK üzerinde geliştirilmeli ve elektrik dağıtım işi yeniden kamulaştırılmalıdır. Tek çözüm elektrik dağıtım işinin kamulaştırılmasıdır.



18 Ocak 2015 Pazar

AVM Yasasında Dağ Fare Doğurdu


Kamuoyunda AVM yasası olarak bilinen “Perakende Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun” TBMM kabul edilerek, yasalaştı. Kamuoyuna süslü laflarla duyurulan ve AVM’lere sınırlama getirip, küçük esnafı koruyacağını iddia eden yasa aslında bir hayal kırıklığı yarattı. Kısaca dağ fare doğurmuş oldu.

Çalışma saatine valiler karar verecek

AVM’lerle ilgili en büyük tartışma, hafta sonları da açık olmasıydı. Esnaf odalarının beklentisi AVM’lerin en azından Pazar günleri ya da haftanın bir günü kapalı olmasıydı. Ama bu öneri yasada yer almadı. Bunun yerine işi geçiştirmek üzere, AVM’lerin çalışma saatlerine valilerin karar vermesi konuldu. Pazar gününe dair herhangi bir ifadeye yer verilmedi. Yani AVM’ler haftanın yedi günü çalışmaya devam edecekler.

Sürekli İndirime Devam

Bir diğer tartışma konusu olan AVM’lerin haksız rekabete yol açan, indirim uygulamalarıydı. Yasayla buna da bir standart getirilmesi beklenirken sadece “Sürekli indirimli satış yapan perakende işletmelerin, ön cephesinde ve mağaza içerisinde kolaylıkla görülebilir ve okunabilir şekilde bu satış türünü gösterir ya da çağrıştırır ibarelere yer verilmesi” ibaresi eklendi. Anlayacağınız AVM’ler yılın on iki ayı indirim aldatmacasına devam edecekler.

Tek “yeni” şey İbadethane

AVM’lerde ortak kullanım alanı olarak tarif edilen, zaten AVM’lerde mevcut olan alanların içine ibadethane de eklenerek yasal hale getirildi. Yasaya göre artık “Alışveriş merkezlerinde, acil tıbbi müdahale ünitesi, ibadet yeri, bebek bakım odası, çocuk oyun alanı gibi ortak kullanım alanları oluşturulacak. Ortak kullanım alanları, engelliler ile yaşlı ve çocukların ihtiyaçları dikkate alınarak oluşturulacak”. Bu alanların çoğu zaten artık AVM’ler içinde mevcuttu, bunlara ek olarak ibadethane zorunlu hale getirilmiş oldu. Artık anaokulundan AVM’sine ibadethane olmayan yer kalmayacak.

Yüzde Beş Aldatmacası

Küçük esnafın hiçbir talebinin karşılanmadığı yasada bir parmak bal niyetine “Alışveriş merkezlerinde, esnaf ve sanatkâr işletmecilerine rayiç bedel üzerinden kiraya verilmek üzere, toplam satış alanının en az yüzde beşi oranında yer ayrılacak. Bu yerler, esnaf ve sanatkâr işletmecilerinden yeteri kadar talep olmaması ya da boşalan yerlerin duyuru tarihinden itibaren 10 gün içinde doldurulamaması halinde, diğer talep sahiplerine de kiralanabilecek” deniyor. Yani “yeteri kadar talep olmadı ya da on gün içinde boşalan yer dolmadı” denerek, esnafa AVM içinde yer verilmeyecek.

Büyükşehirlerde AVM Yapılmazı İçin izin Yetkisi Büyükşehir Belediyelerinde Olacak

AVM’lerin adeta yığılı olduğu büyük şehirlerimizde yeni bir AVM açılması için, yapı ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi ve iş yeri açma ve çalışma ruhsatı vermeye büyükşehir belediyeleri yetkili olacak. Oysa yasanın AVM’lere sınırlama ve standart getirmesi bekleniyordu. Bu yasayla artık büyükşehir belediyeleri şehirlerdeki her boş alanı, AVM’lere tahsis edecektir. Özellikle Antalya’da Dokuma, vakıf zeytinliği gibi birçok alan tehlike altına girmiş olacak. Hali hazırda bile şehirde haddinden fazla AVM olmasına rağmen, yapımı için izin bekleyen AVM’lerin mevcut bu yasayla önü açılmış oluyor. AVM’lerin şehrin dışına taşınmaları bekleniyordu, bu yönde de bir karar çıkmadı. Küçük esnafın en yoğun bulunduğu şehir merkezlerinde AVM açılmaya devam edecek.

Dağ Fare Doğurdu 

“On sekiz yıldır bu yasayı bekliyorduk” diyen esnaf ve sanatkâr odaları temsilcileri kusura bakmasınlar, birkaç on sekiz yıl daha bekleyecekler. Bu yasa küçük esnafı korumuyor, yeni AVM’lerin açılmasına ve sayısının artmasına hizmet ediyor. Esnafa yüzde beş aldatmacısına da kimse kanmasın, bu kadar uluslararası marka varken, sıradan esnafın bunlarla rekabet etmesi AVM içinde bile mümkün değil. Bu yasayla küçük esnaf daha çok boğulacaktır. Ardı ardına açılacak AVM’lerle esnaf bitme noktasına gelecektir. AVM yasasında dağ fare doğurmuştur.

AKP’nin inşaata ve yağma düzenine dayanan ekonomik modelinin, AVM’leri sınırlaması ve engellenmesi beklenemez. Onlar daha çok kar hırsıyla, her türlü alanı sermayeye sınırsızca açmaya devam edecektir. Bulunan her yeşil alanı talan ederek, ilerleyen ve büyüyen AKP’nin ekonomik modeli, bu büyüme için küçük esnafı da yutacaktır. İlerleyen günlerde küçük esnaf “sizde birleşin, AVM açın, rekabet edin” dayatmasıyla yüz yüze kalacaktır. Artık esnaf doğası, yaşam alanları talan edilmesin diye mücadele eden eylemciye sataşıp, saldırmak yerine, hakkını aramak için çaba sarf ederse kendileri için daha hayırlı olacak. “Yok, ben iktidardan yanayım, Cumhurbaşkanının dediği gibi gerekirse iktidarın da polisliğini yaparım” demeye devam edeceklerse, şimdiden geçmiş olsun.

14 Ocak 2015 Çarşamba

İslamcıların ikiyüzlülüğü: Bakara makaraya hoşgörü, karikatüre linç…


Charlie Hebdo dergisi’nin katliamdan sonraki ilk sayısı ,Türkçe dahil 6 dilde  3 milyon basıldı. Dergi kapağında Hz Muhammet karikatürüyle çıktı. Karikatürde gözü yaşlı Hz. Muhammet elinde “jesuies Charlie”  (Ben Charlie’yim) yazan bir döviz taşıyor.  Karikatürün üst kısmında da Tout est pardonne” (Her şey affedildi) yazıyor.


Dergi’nin bu özel sayısının, Türkiye’de önce ,Cumhuriyet gazetesi tarafından yayınlanacağı duyuruldu.  Sonra, sadece bazı sayfalarının yayınlanacağı söylendi. Sabah  gazeteyi aldığımızda, bazı bölümlerin  ve   kapağında  da  iki köşe yazarının sütununun yayınlandığını gördük. Ama bu yayınlamanın o kadar kolay olmadığı anlaşıldı. Çünkü gazete basıldıktan hemen sonra polis dağıtım kamyonlarını durdurup mahkeme kararı olmadan arama  yapmaya  başlamıştı bile. Karikatürün kapaktan yayınlanmadığı görülünce araçların dağıtıma çıkmasına izin verilmişti. Halbuki daha dün, ülkenin başbakanı Fransa’da basın ve düşünce özgürlüğü için yürürken  bugün  ülkesinde   gazete  matbaaları  polis  tarafından  basılıyordu.


Gazetenin karikatürleri yayınlamasıyla birlikte Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik bir linç kampanyası da anında harekete geçti. Özellikle sosyal medya üzerinden adı geçen gazete ve gazetenin  yazarları tehdit edilmeye başlandı. Gazetenin Ankara bürosunun da çok sayıda tehdit telefonu aldığı açıklandı.


Cumhuriyet Gazetesi’nin karikatürleri yayınlamasıyla Paris katliamına yönelik çekingen ifadeler kullanan İslamcı ve yandaş medya bu sefer asıl yüzünü gösterdi  ve hem Cumhuriyet Gazetesi’ni hem de Charlie Hebdo Dergisi’ni hedef göstermeye başladılar.


Katliamlar sonrası “İslamofobi’’yi ağızlarına sakız  eden İslamcı medyanın Türkiye’de ki “İslamofaşist “yüzü açığa çıktı.  Avrupa’da, İslama hoşgörü ve saygı isteyen ülkemizin İslamcıları, ülkemizdeki her türlü farklı düşünceye tahammülsüz olduklarını bir kere daha gösterdiler.  Onlara göre Türkiye’de bir karikatürü yayınlayamazsınız ama bir otel dolusu aydını din uğruna yakabilirsiniz. 


Din konusunda bu kadar hassas(!) olan İslamcıların kendilerinin çıkarı varsa, dine hakaret  de  olsa sorun görmediklerinin çok kanıtı var. En basit örnek; Hakkında- ki rüşvet ve yolsuzluk iddiaları yüzünden istifa eden Egemen Bağış’ın Kuran ayetleriyle alay etmesidir. Mehmet Metiner’in yakınlarına torpili savunmak için ayetleri kanıt göstermesidir. Ancak  ne hikmetse,  ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk çarkı,KaçAK Saray,diyanet işleri başkanının halkın parasıyla lüks arabalar alması İslamcılarda en ufak bir infial yaratamamıştır.


Sürekli yaşananlara karşı gerçek İslam bu değil diyenler yaptıklarıyla sürekli kendilerini tekzip ediyorlar. Madem gerçek İslam bu değil yaşanan onca katliamı İslamcılar olarak neden lanetleyemiyorsunuz.  Çünkü biliyorlar ki kendilerinin anladığı İslam bu. Onların İslam’ı El-Kaide,IŞİD ve Boko Haram’ın anladığı İslam’la aynı. Gerçek bir yüzleşme istemiyorlar. Hurafelerden ve uydurma kurallardan arındırılmış kamusal alanın dışına çıkarılmış bir dinde kendilerinin bir yeri olmadığını çok iyi biliyorlar.


Ülkemizde ki dinci gericilik AKP iktidarı eliyle beslenip büyütülmeye devam ediyor. Ülke gerici ve piyasacı bir kuşatmanın tehdidi altında.  Charlie Hebdo genel yayın yönetmeninin, derginin Türkçe basılmasının önemini vurgularken kullandığı cümle çok önemli. Derginin genel yayın yönetmeni Gerard Biard , Türkçe baskının, en önemlisi olduğunu belirterek, “Çünkü Türkiye ’de anayasal laiklik saldırı altında” diyor.


Türkiye’de İslami faşizme karşı gerçek bir laiklik mücadelesi artık yadsınamaz hale geldi. Özellikle Birleşik Haziran Hareketi’nin AKP’nin toplumu ve ülkenin geleceğini teslim almak için eğitim üzerinden başlattığı gerici kuşatmaya karşı başlattığı” Bilimsel Laik Eğitim İçin Ayaktayız” kampanyasına dudak bükenlerin son yaşananlardan sonra bir kez daha düşünmeleri gerekir.


Cumhuriyet Gazetesi düşünce özgürlüğü kapsamında önemli bir adım atarak karikatürleri yayınlama cesaretini göstermiştir. Bizler de mazeret aramadan bu linç kampanyasına karşı Cumhuriyet Gazetesi’nin yanında durmalıyız.

13 Ocak 2015 Salı

Elektrik Krizinin Nedeni Özelleştirmedir


Antalya, son on beş yılın en soğuk kışını yaşıyor. Karakışın soğuğunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Antalya’da ısınma ihtiyacı, büyük oranda elektriğe bağlı. Ama son günlerde ardı arkası kesilmeyen elektrik kesintileri Antalyalıları canından bezdirmiş durumda. Antalya’da elektrik dağıtım işleri, yapılan özelleştirme sonu CLK adlı şirket tarafından yapılıyor. Vatandaşlar elektrik kesintilerinin sebebini öğrenmek için şirketi arayınca, aldıkları yanıt genellikle aynı. Verilen yanıtlarda kesintilerin kıştan kaynaklı olumsuz hava koşulları, soğuk hava ve buna bağlı aşırı yüklenmeden kaynaklı olduğunu iddia ediyorlar. Oysa Antalyalılar havalar soğumadan önce de elektrik kesintilerinden muzdaripti. Birçok mahallede sık sık elektrik kesintileri yaşanıyordu. Hatta Antalya’nın en işlek noktalarından bir olan Işıklar Caddesi’nin sokak lambalarının uzun süre yanmadığı hatırlarda.

Sadece elektrik kesintileri değil, neredeyse iki aydır okunmayan elektrik sayaçları nedeniyle de Antalya halkı tedirgin. CLK tarafından halkı tatmin edici bir açıklama da yapılmış değil. Vatandaşlar iki aylık faturaları nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünüyor.  Bu durumun geçici olduğu ve Ocak ayından itibaren CLK’nin fatura kesim tarihini, tüm bölgede ayın 15’ine sabitleyeceği söyleniyor.

Kış aylarında yaşanan bu elektrik kesintileri, salt Antalya’ya özgü değil, ülkenin birçok yerinde vatandaşlar isyan noktasına gelmiş durumda. Antalya’dan Sakarya’ya, Urfa’dan Adana’ya, Mersin’den Trakya’ya kadar her yerde benzer sıkıntılar yaşanıyor.

Elektrik hizmetlerinin kalitesinin düşmesinin ana nedeni, elektrik dağıtımının özelleştirilmiş olmasıdır. Saydığım bu yerler başta olmak üzere, ülkenin genelinde elektrik dağıtım işleri özelleştirilmiştir. Bu özelleştirmelerin sonucu, vatandaşa bitmeyen elektrik kesintileri ve kabarık faturalar olarak geri dönüyor.  Devlet eliyle elektrik dağıtımını mazide bırakanlar, halkı da karanlığa terk etmiş durumdalar.  Halk karanlığa terk edilmişken, denetimsizlik sayesinde özel sektörün kar alanının önü sonuna kadar açılmıştır. 

Özelleştirmenin halka ve emekçilere bir yararı olmadığı, her özelleştirme sonucu daha iyi anlaşılıyor. Elektrik dağıtım bölgelerinde varlıkların daha verimli işletileceği, maliyetlerin azalacağı, kayıp kaçağın düşürüleceği söylenerek, elektrik dağıtımı özelleştirilmiş ama sonuçları bambaşka olmuştur. Özelleştirmelerden sonra her şey daha kötüye gitmiştir. Yatırım yapması beklenen özel sektör, yatırım yapmak bir yana devletten neredeyse bedava aldığı kurumların üzerine bir taş bile koymayıp, yapılan iyileştirme işlemlerinin bedelini faturalar üzerinden halka ödetmektedir. Özelleştirme ile ortadan kalkacağı iddia edilen kayıp kaçak bedelleri azalacağına daha da artmış, bunun maliyeti de vatandaşa yüklenmiştir.

Verimliliği ve üretkenliği artıracağız iddiasıyla her özelleştirmeden sonra binlerce insan kapı önüne konularak, işsiz bırakılmıştır. Düşürülen personel sayısı, verilen hizmetinde kalitesini düşürmüş, yaşanan olumsuzluklar artmıştır.  Tüm bu olumsuzlukları yaratan şirketleri denetleyecek, hesap soracak bir mercii de bulunmamaktadır.

Antalyalılar “sürekli neden elektrik kesiliyor?” sorusunun asıl cevabı burada yatmaktadır.  Gördüğünüz gibi özelleşince hiçbir şey güzelleşmiyor. Şirketler sonuna kadar kar ederken, halk her açıdan sonuna kadar zarar etmektedir.   Böyle bir tablo karşısında kaliteli bir hizmet ve ucuz elektrik beklemek hayalcilik olur.

Elektriğin vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğu günümüzde yapılması gereken, elektrik dağıtım şirketlerinin yeniden kamulaştırılması, elektrik enerjisinde üretimden tüketime kadar geçen süreçte merkezi bir planlama anlayışının benimsenmesi, yerli ve yenilenebilir ülke kaynaklarından azami ölçüde yararlanılması, kültür ve tabiat varlıklarını koruyan, doğal yaşamı tahrip etmeyen, bir enerji politikasına yönelmek gerekmektedir*.



*Elektrik özelleştirmelerine dair daha detaylı bilgi için http://www.emo.org.tr/ekler/e59e00fdeea8fea_ek.pdf